1 Temmuz 2011 Cuma

FAİR PLAY

 

Herkes kazanmaktan söz eder, hatta hedefini kazanmak  olarak açıklar. İşin içinde kazanan biri olunca demek ki kaybeden birileri de olmalı. Peki rekabet neresine düşüyor bu denklemin? Arkasındaki derinliği ve anlamını pek fazla sorgulamadığımız bu  konuları irdelememize yardımcı olmak üzere gelin gerçek bir olayı anımsayalım.

O zaman daha  televizyonlar yoktu . Olsaydı bütün dünyanın göreceği ve üzerinde derin düşüncelere dalacağı bir olayı  hatırlayalım.

Yıl 1928, yer Amsterdam; günlerden 1 Ağustos Çarşamba. Olimpiyat oyunları gerçekleşiyor. Olimpiyat’ın ana dalı  tabiiki atletizm. Atletizm yarışlarını seyretmek heyecan vericidir . Yarışların içinde en ilginci 3000 metre engelli yarışıdır. İçinde hiç bir yarışta bulunmayan sulu engel vardır. Bu yarışta hem koşulur  hem engel atlanır  hem de ıslak ayaklarla mücadele edilir. Sulu engelin arkasında bir de suyun içinde bulunduğu çukur vardır . Atletler engelin üstünden   ileri atlamaya çalışırlar, meyilli çukurun derin kısmına düşmemek için. Nurmi 1920 yılında Antwerp ‘de, 1924 ‘de Pariste Olimpiyatlarda bir çok altın madalya kazanmıştır. 1500, 5000 , 3000 kır koşusu , 10000 metre  koşuları onun altınları topladığı koşulardır.  O yıllarda Finli koşucular  çok  başarılıdır. Üçüncü olimpiyatında Nurmi 1500 metre için takıma alınmaz. Kır koşusu da olimpiyatlardan çıkarılmıştır. O da  hayatında iki kez koşacağı 3000 metre engelli yarışına katılmaya karar verir. 3000 metre engellinin ilk seçme   yarışı başlamadan önce  herkes  Nurmi’nin kazanmasını beklemektedir. Onunla bu yarışta  koşan bir kişi daha vardır. Fransız Lucien Duquesne. Duquesne yarıştan önce tanrıdan bir şeyler olmasını ister, öyle bir şey olsun ki  kendisi Nurmi’yi geçsin. Normal koşullarda  kendisinin kazanamayacağını bilen Fransız ilahi güçlerden yardım ister. Atletler mücadeleye hazırdırlar. Yarış başlar, koşucular heyecanlarını unutup koşmaya başlarlar. Fransız, efsanevi Finli ‘nin biraz önünde koşuya başlar. Nurmi hemen onun arkasında koşarken  ilk sulu engele çıkar ve düşer, suyun derin bölümüne kapaklanır. Tanrılar Duquesne ’in dileklerini  kabul etmiş midir acaba? O an Fransız’ın kafasından geçenleri bilmek mümkün değildir. Duquesne en büyük rakibinin düştüğünü görünce durur,  geri döner ve Nurmi’nin elinden tutarak onu kaldırır . Ancak koşu devam etmektedir. İkili  birlikte koşmaya  başlarlar; biraz geride  kalmışlardır ama daha yarış uzundur.  Nurmi ve Duquesne  ilerleyen metrelerde açığı kapatırlar ve diğer atletleri teker teker geçerler. Artık yarışın sonuna yaklaşılmaktadır ve iki koşucu başa baş koşmaktadırlar. Son düzlüğe girildiğinde ikisi de depara  kalkar ama efsanevi koşucu Nurmi daha güçlü bir depar  atar ve Duquesne’nin önünde  yarışın son metrelerine yaklaşır ,  Duquesne onun bu deparına cevap verememektedir, Nurmi’nin kazanacağı kesin gibidir. Nurmi bir anda yarışın başını ve rakibinin kendisine yardım ettiği anı anımsar ve hızını düşürür, çünkü Duquesne onu çukurdan kaldırmasa  onun bu yarışta burada olması mümkün olmayacaktır, kazanmak Duquesne’nin hakkıdır. Onu kaldırmak için durmasa yarışın başında açık farkla öne geçmiş olacaktı. Duquesne  rakibinin yavaşlamasıyla onu yakalar  ve tam  geçmek üzereyken  o da büyük yarışçının büyük insanlık jestini anlar; ne olursa olsun,  yarış öncesi kendisinin kazanması için Nurmi’nin bir şekilde geri kalmasını dilemiş olmasına rağmen birinciliğin Nurmi’nin hakkı olduğunu bilmektedir. Duquesne duraksar ve Nurmi’nin kendisine sunduğu  birinciliği kabul etmez. Ancak  bir iki saniye içinde olan bu olay sırasında doğa yasaları işlemektedir.  Belki de yukardan bir yerden güçlü ve gizli bir kuvvet olaya  müdahale eder.  İki atletin bedenlerindeki atalet onları finiş çizgisine iter ve  iki atlet  yarışı göğüs göğüse bitirirler , çünkü ikisi de haketmiştir birinciliği ve ikisi değer olarak  birbirlerine eşittirler.

    Bu gerçek öyküden herkes kendine  bir ders çıkartabilir, ama ben size birkaç ipucu vermek istiyorum. İşte  üstünde biraz düşünmek üzere  size iştah açıcılar: Fair play, insani büyüklük, kazanmak; rekabet, yarış, kaybetmek, başarı.

    Unutmamak gerekir ki  “fair  sonuç” için “fair play” ( dürüst sonuç  için dürüst oyun)  gerekir.  Kazanmak ve   başarı salt  sayılarla, istatistiklerle ölçülemez; içsel kazanım ve iç  başarının göz ardı edilmemesi gerekir , eğer iç huzuru ve kaynağı kendinde bir mutluluk istiyorsak.

 Son tahlilde “dürüst  sonucun”  olduğu  zaman ve mekanda kazanan/kaybeden kavramlarından söz etmek mümkün  değildir.

 

Fuat Yalçın

 

www.fuatyalcin.com

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder